BİLDİRİLER

BİLDİRİ DETAY

İlknur OVALI URAN, Yüksel CAN ÖZ
TOPLUMSAL YÖNÜYLE ANNELİK ; OLMAK YADA OL(A)MAMAK
 
İnsanlık tarihinin tüm dönemlerinde farklı zamanlarda farklı anlamlar yüklenen “annelik”, toplumlarda genellikle kadınların tümüne hasredilen bir duygu ve rol durumu olarak yaşanır ve yaşatılır (Türkdoğan, 2013). Annelik davranışı; genetik ve hormonal etkenlerce tetiklenip sürdürülüyor olsa da annenin çocukluğundan itibaren almış olduğu eğitim ve yaşanan olumlu ya da olumsuz olaylarca ifadesi değişebilir. Annelik rol kazanımı; kişilik yapısı, psikolojik durumu, destek sistemleri, bebeğin özellikleri (mizacı, hastalık varlığı), annenin yaşı, eğitimi, sağlık durumu, sağlık algılayışı, çocuğa bağlılığı, benlik kavramı, çocuk-baba ilişkisi, evliliğinin gidişatı, çocuk bakımı ile ilgili deneyimlerinin olması, stresörler gibi etmenlerden etkilenir (Özkan,2014). Son iki yüzyılda kadın hareketi, değişen sosyal yapı nedeniyle kadınların ‘annelik’ kimliğinde ciddi değişiklikler olmaktadır. Çocukların bakım ve beslenmeleri yanında duygusal, bilişsel ve sosyal açıdan gelişimlerini sağlamak annelerin görevi olarak kabul edilmektedir. Bir yandan da psikolojik gelişim kuramları ile ‘yeterince iyi annelik’ kendini çabucak ‘süper anneliğe’ dönüştürülmektedir. Tüm bunlar sırasında da anneliğin kadın ruh sağlığı ile yakından ilişkili olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Çocuk isteme,istememe, gebe kalabilme, kalamama ile başlayan kadın olma sorunları gebelikle, lohusalıkla artıyor. Kadınların annelik görevini üstlenmeleri, cinsiyete dayalı sosyal yapılanmada merkezi öneme sahiptir. Annelik, çocuk doğurma ve yaşamın ilk dönemlerinde onu emzirme ile sınırlı değildir. Çocukların her açıdan büyütülmesi, yetiştirilmesi, ‘topluma kazandırılması’ kadınların annelik görevleri olarak kabul edilmektedir (Başterzi 2016). Amaç: Çocuk sahibi olmak, kadınlara sosyal ve kültürel yapı tarafından, bir görev olarak verilmiştir. ‘Anne olmak yada olmamak’ kadınları yakından ilgilendiren ve onları etkileyen bir durumdur. Bu çalışmayı “kutsal” ve “içgüdüsel” annelik mitini eleştirmeyi ve “modern annelik” kurgusuyla oluşturulan beklentiler yüzünden annelerin nasıl etkilendiklerini incelemek amacıyla yapılmıştır. Kapsam: Toplumun kadına yüklediği annelik rolüne odaklanılmıştır. Sınırlıklar: Konu ile ilgili yapılmış çalışmalar ve literatür ile sınırlıdır. Yöntem: Bu çalışma literatür inceleme yöntemi kullanılarak derleme şeklinde hazırlanmıştır. Etik kurul ve kurum izni gerektirmemektedir. Bulgular: Annelik kavramı günümüzde hem geleneksel içeriğini koruyor hem de modern değişimlerle birlikte yeni anlamlar kazanıyor. Ancak annelik kurgusunun hâlâ kadınları kategorize eden ve anne olmayı tercih etmeyenler kadar edenlerin de üzerinde baskı yaratan bir içeriği var. “İdeal anne” söylemiyle birçok ikilik yaratılıyor ve bu ikilikler tüm kadınları etkilemektedir. (Sever,2015).Çocuk sahibi olmak hem kadın hem de erkek için geçerli bir durumken, kültürün etkisine bağlı olarak toplumdaki yaygın görüşün bahsedilen durumu annelikle eşdeğer görmesine neden olmuştur. Annelik, hemen her zaman hemen her toplumda olduğu gibi Türkiye’de de kadın olmanın, kadın kimliğinin temel parçalarından birisi olarak kabul edilmektedir. Annelik, kadınları en fazla güçlendiren deneyimlerden birisidir (Burç,2017). 1970’lerden önce doğurabilen tüm kadınlar sorgusuz çocuk yapıyorlardı ve üreme hem bir içgüdü, hem dini bir görev hem de türün varlığını sürdürmesi için bir sorumluluktur. Doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi, kadınların kendi yaşamlarını çekip çevirebilecek ekonomik, mesleki konumlara ulaşmaları sonunda çocuk doğurmayı hiç düşünmeyen kadınlar ortaya çıkmıştır ve bu çocuk arzusunun genel, evrensel ve içgüdüsel olmadığını göstermektedir. Kadınlar doğurganlıklarını kontrol altına aldıklarından bu yana; doğurganlık azalmakta, ortalama annelik yaşı yükselmekte, iş dünyasında kadınların sayısı artmakta ve yaşam tarzları çeşitlenebilmektedir. Ama bir yandan hala tüm toplumlarda hala annelik kadınların temel sosyal rolü ve kadınlığın temel göstergesi olarak kabul edilmektedir. Günümüz toplumunda kadın kimliğinin algılanışında “çocuk” hâlâ önemli bir kriter olarak öne çıkıyor. Kadınların anne yahut gönüllü çocuksuz olmayı seçişi, ona atfedilecek bir karşıt sıfatları da (fedakâr/bencil, makbul/marjinal, kutsal/değersiz) beraberinde getirmektedir (Sever,2015). Doğurmayan kadınların ebeveynlerinin yakınmalarından, arkadaşlarının anlayışsızlığından, tanımı gereği doğum yapmayanları cezalandıracak aşağılayacak ve toplumun hışmından kaçmaları oldukça zordur (Başterzi,2016). Anneliğe yönelik genel bakış açısı, çocuk sahibi olmanın gerekliliği üzerinden şekillenmekte ve annelik olgusuna önem atfetmektedir. (Burç,2015). Toplumda kültürel değerlerle bezenmiş yaygın annelik olgusunun yanı sıra, anneliğe dair yeni bir gerçekliğe de dikkat çeker. Gönüllü çocuksuzluk olgusu, sosyo-kültürel değerlerin “uygun” gördüğü çocuk sahibi olmanın karşıtı bir durum olduğundan, normalden sapan bir davranış olarak ele alınmaktadır. Tercihli olması nedeniyle gönüllü çocuksuzluk kavramına çok daha eleştirel yaklaşılmaktadır ve çocukluluk teşvik edilmektedir. Kadınların üretkenlikleri sadece doğurganlıkla sınırlandırıldığından, onlara anne olmaktan başka bir yol bırakılmamaktadır (Burç,2015). Sonuç: Kadınlara toplumsal ve kültürel değerler aracılığıyla birçok görev ve rol yüklenmiştir. Bunlardan biri de anneliktir. “Annelik içgüdüsü” kavramının yerine kadınlara toplumsal hayat içinde öğretilen “annelik duygusu” kavramının kullanılmasının daha doğru olabilir. Kadınlar, annelik söz konusu olduğunda toplumsal statüsü döneme uygun biçimde tanımlanmışlardır. Her durumda annelik karmaşık ve olağanüstü bir duygudur. Her kadın anne olmak istemeyebilir, anne olmak zorunda da değildir. Ama olanlar da anne olmanın keyfini yaşamın farklı alanlarında yaşamalıdırlar.

Anahtar Kelimeler: Kadın,Annelik, Gönüllü çocuksuzluk,



 


Keywords: